Murphy için her gün birbirini tekrar eden bir senaryonun içine sıkışıp kalmıştır. Sessiz sabahlar, düzenli kahvaltılar, rutin akşam yemekleri... Eşiyle kurduğu aile düzeni, dışarıdan bakıldığında huzurlu bir tablo çizse de Murphy’nin içinde başka bir şey çırpınmaktadır. Bu hayat, onun arzularını törpülemiş, teninde bileklerini sıkan görünmez zincirler bırakmıştır. Ve işte tam da o boğucu sıradanlık içinde, gelen bir telefon Murphy’nin bastırdığı tüm dürtüleri birer birer serbest bırakır.
Yıllardır haber almadığı eski sevgilisi Electra'nın annesi arar. Electra’nın aylardır kayıp olduğunu ve bir intihar ihtimalinden korktuğunu söyler. Bu sözler, Murphy’nin bedeninde unutulmuş bir elektrik akımını tetikler. Paris’te Electra’yla geçirdiği o çılgın iki yıl bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmeye başlar. Günler gecelere karışırken, onların ilişkisi sınırları olmayan bir haz tufanına dönüşmüştür. Uyuşturucunun bulanıklaştırdığı gecelerde, terli tenlerin arasında kaybolan zaman; öyle yoğun, öyle kontrolsüzdü ki Murphy için hâlâ gerçekliğini korumaktadır. Electra'nın teni, nefesi, iniltisi; onun zihninden hiç silinmemiştir.
Murphy, bu çağrıyla birlikte bir seçim yapmak zorunda kalır. Bastırdığı arzulara yeniden boyun eğecek midir, yoksa aile düzeninin sahte huzurunda kaybolmaya devam mı edecektir?