Amsterdam’ın kalbinde, Şubat ayının soğuk ama sıradan bir öğleden sonrası yaşanırken, Leidseplein Meydanı alışıldık kalabalığına ev sahipliği yapmaktaydı. Turistlerin neşesi, sokak sanatçılarının melodileri ve mağaza vitrinlerine yansıyan ışıklar, o günün de sıradan geçeceği izlenimini vermekteydi. Ancak Apple Store’un kapısından giren silahlı bir adam, tüm dengeleri altüst edecek bir kabusun fitilini ateşlemiştir. Hiçbir tereddüt göstermeden bir müşteriyi rehin almış ve mağaza içindeki onlarca insanı can havliyle kaçmaya zorlamıştır. Dört kişi, saldırganın farkında olmadığı arka bir odada mahsur kalmıştır. Polis ekipleri dakikalarla yarışırken, içerideki panik her geçen saniye büyümüştür. Saldırganın davranışları hızla dengesizleşmiş ve kontrolsüzleşmiştir. İlk bakışta sıradan bir soygun gibi görünen bu olay, çok geçmeden bir psikolojik savaşa dönüşmüştür.
Zaman ilerledikçe, rehin alınan müşteri ile saldırgan arasındaki gerilimli diyaloglar, olayın seyrini tamamen değiştirmiştir. Adamın üzerindeki bomba yeleği tehdidi, yalnızca içeridekilerin değil, meydandaki herkesin hayatını tehdit etmeye başlamıştır. Polis müzakerecileri, her cümleyi bir stratejiyle kurarken, içeridekiler nefes almaya bile cesaret edemez hale gelmiştir. Dört kişi, arka odada duydukları her seste ölümle yüzleşeceklerini düşünmek zorunda bırakılmıştır. Saldırganın zihinsel çöküşü, artık inkar edilemeyecek bir şekilde ortadadır.
Saatler süren bu gerilim, şehrin hafızasına silinmeyecek bir iz bırakmıştır.